Bu çalışmada, Fransız filozof ve sosyal teorist Paul Michel Foucault’un yapıtlarında sıkça irdeleyip yeni bir bakış açısı getirdiği iktidar, özne ve beden üçgeni içinde, yine kendi eserleri üzerinden ünlü Türk şair Nazım Hikmet Ran ve onun hayatının bir bölümü, betimleyici analiz yöntemi kullanılarak ele alınacaktır. Oldukça varlıklı ve eğitimli bir aileye doğmuş Nazım Hikmet Ran, yıllar içinde biriktirdiklerini ve sonradan benimsediği biçim ve içerikleri ustaca bir araya getirip harmanlayabilmiştir. Türk dilini de oldukça yetkin ve detaylı kullandığı iddia edilebilen Hikmet’in bu becelerinin fikirlerinden dolayı geri planda kaldığı iddia edilebilmektedir. Benimsediği fikirler yüzünden on beş yıla yakın bir süre hapishanede kalmak zorunda olan Hikmet’in, sınırlandırılmış bedenine dair düşünceleri şiirlerine yansımıştır. İlk yıllardaki şiirlerinde sezilen umutlu hava, yıllar içinde umutsuzluğa dönüşmüştür ancak tanınmış Türk şair, Nazım Hikmet Ran, hiç bir koşulda savunduklarından geri dönmemiştir. Fikirlerinden ötürü hapis yatmayı göze alan Hikmet’in durumu, bu çalışmada Foucault’nun beden-iktidar-özne ilişkisi kapsamında hapishaneler üzerine yazdıklarıyla beraber ele alınacaktır. Beden üzerindeki hâkimiyetin, son bir kaç yüzyılda biçim değiştirdiğini savunan Foucault, bu savı üzerinden modern toplum yapısını ve bu noktada iktidarların rolünü incelemektedir. Hapishane ve hapishanelerde sınırlandırılmış bedenler üzerine görüşlerini belirten Foucault, bu ilişkilere farklı bir noktadan bakarak sorgulayıcı yaklaşsa da, aslında yine bu ilişki döngüsünün de kaçınılmaz olduğunu da savunmaktadır. Betimleyici analiz yönteminden faydalanılarak ilk hapis yıllarında o dönemki eşi Piraye’ye yazdığı şiirlerden bazıları bu çalışmada çalışma nesnesi olarak ele alınakcaktır. Şiirlerinin dizeleri, tonu ve mesajları irdelenirken yıllar içinde şairin hapishaneden çıkma konusunda umutsuzlaştığı şiirlerinde görülebilir duruma gelmiştir. Bedeninin sınırlandırılması ve hapis yatmasının, şairin sanatına da yanısığı söylenebilmektedir. Foucault’nun bahsettiği biçimde sınırlandırılan ve standartlaştırılmaya çalışılan bedenin çektiği ceza, burada şairin ürünleri olan şiirlerinde gözlenebilmektedir. Analiz ve Ekler kısımlarında şairin duygularını dışa vurduğu şiirlerde hapis yatma durumuna bakışının yıllar içinde nasıl değiştiği anlaşılabilmektedir.
This study aims to utilize the triangular relationship of body, subject, and power, proposed by the French philosopher and social theorist Michel Foucault, and examine the works of renowned Turkish poet, Nazım Hikmet Ran based on his poetry output by utilizing the descriptive method. The period in which Nazım Hikmet Ran was imprisoned will be discussed in this article. Born into a wealthy and well-educated family, Nazım Hikmet skillfully combines the traditional content and style with the novel ones he encountered throughout his life. Although the poet could use the Turkish language perfectly and with all its facilities, it can be claimed that his political views overshadowed his talented works. The hopeful tone in the early years of his imprisonment has altered into despair in his later years, yet, he never stepped back from what he has defended. In this study, the poet Nazım Hikmet Ran is going to be presented as an example of the concepts put forward by Michel Foucault: subject, body, and power. In this triangular relationship, this work aims to focus on the “imprisonment” and the “docile bodies” concepts. Foucault, defending the possessing the body by the power has altered in the last centuries, tells about “the docile bodies” and examines the social structures and the roles of the powers. He discusses critically and brings a different approach to such relations, however it can also be inferred that these bonds can be inevitable. Employing the descriptive analysis method, the poetry he composed throughout his imprisonment will be dealt with in this study. In the analysis part, while discussing the lines, tone, and themes of his poetry, it can be clearly seen that after spending over a decade in the prison, Nazım Hikmet started to lose the hope he had in the early years. The fact that his body was confined to the prison and became a “docile body” is reflected in his poetry and consequently, his art can be demonstrated as a product of the confinement, imprisonment; and docile body which is tried to be standardized, as proposed by Foucault. In the Analysis and Appendix parts of the study, the outcome of the poet’s feelings throughout the years can be inferred from his poetry.